Hacı Ahmed Ağa Hazretleri şöyle açıkladı:
” Kanal Harekâtı:
Filistin’in Gazze şehri civarında İngilizlerle harp ederken, mensub olduğum birlik pusuya düşürülmüş ve birliğin tamamı makinalı tüfeklerle taranmıştı. Askerlerin çoğu şehid düşmüş, bir kısmı da yaralanmıştı. Ben de yaralananlar arasında idim. Yanımdaki arkadaşlar tek tek vuruldular, üzerime düşerek şehâdet şerbetini içtiler; ben bayılmışım
Şehid ve yaralı arkadaşlarımın arasında, sızlayan yaralarımdan kanlar akarken, o çöl sıcağında kavrulan kumlar üzerinde, ciğerlerim susuzluktan yanıyordu.
Yakın civarımızda kuş uçmuyordu. Bütün ümidlerin tükendiği bir andı. Artık, gönlümce Mevlâ’ya yönelmiş, şehid olarak kendisine kavuşma ânını bekliyordum.
Bulunduğumuz mevki; Asıl karargâhımıza üç günlük mesafedeydi. Bu arada, hiç bir canlı yoktu. Bir yardım ve kurtuluş ümîdi kalmamıştı.
Ben böyle baygın vaziyette iken, sabaha karşı üzerimize yağmur yağmış ve bununla kendime gelmiştim.
Ümidlerin tükendiği o anda, Nihayetsiz Kerem Sahibi Yüce Mevlâmızın Kudret ve Vefa eli yetişti ve bizi kurtarıp Hakk’a vasıl eden kapıları bir yudum su ile sunuverdi.
Beyaz ata binmiş nûrânî bir zat bize doğru yaklaştı ve bana:
-Esselâmü aleyküm! Ahmed yaralandın mı; kalk yanıma gel! dedi.
Doğrudan bana, ismimi söyleyerek selâm verince korkum kalmadı, başımı kaldırdım baktım ve:
– Kalkamıyorum, yaralıyım! dedim.
Kendisi atından indi ve benim yanıma geldi. Üzerime düşüp kalmış olan şehîd arkadaşlarımı üzerimden çekip kaldırdı. Susuzluktan yanıyordum.
-Ahmed! Sana su vereyim mi? dedi ve bana, atının terkisinden su dolu bir matara verdi.
Susuzluktan yanan bağrıma, taze hayat bahşeden, o vefa elinin verdiği aşk ve şifâ suyunu kana kana içtim.
Beni tutarak, ellerini sızılayan yaralarımın üzerinde gezdirirken, acılarım duruyor ve taze hayat buluyordum. Çölde içtiğim o su, beni başka bir âleme götürdü.
Bana ne oldu ise; Rahman’ın Vefa elinden içtiğim o hayat ve aşk bahşeden sudan sonra oldu!
Sonra beni kaldırıp atına bindirdi. En yakın üç günlük yoldaki genel karargaha götürdü. Bu yolu ne zaman, nasıl geldiğimizi bilemedim. Karargahın yakınında atından beni indirdi. Bir deyneğe kırmızı bir bez bağlayıp askerlere salladı.
Bana: ‘’Askerler gelip seni alınca, senin anlattıklarına inanmazlar. Onlara beni nöbetçi subaya götürün dersin.
Başından geçen olayı nöbetçi subayına anlat, benim de selamımı söyle dedi’’ ve kayboldu.
Askerler bir sedye getirip beni içeri aldılar. Beni götürürken, birliğimi söyledim bana inanmadılar.O birlik vurulup yok edilmiş. Hem sen kurtulduysan, senin söylediğin yol buraya üç günlük mesafede buraya yol nasıl geldin? Sen yalan söylüyorsun dediler.
Ben de : ‘’Siz beni nöbetçi subayına götürün’’ dedim. Askerler beni nöbetçi subayına götürdüler.Nöbetçi subayı ehli hal aşık bir kimse imiş. Ben nöbetçi subayına. Başıma gelen hadiseleri bir bir anlatırken, subay çok heyecanlandı. Kendisine :
‘’Beni kurtaran kimsenin size selamı var.’’ deyince. Subay oturdugu sandelyede kalktı ve sandalyeyi bana verdi, aynı zamanda hürmet etmeye başladı. Ve: ‘’ Nasıl oldu bir daha anlat’’ diyerek olayı tekrar ettirdi. Her tekrar edişte heyecanı artıyordu. Hemen beni tedaviye alıp yaralarımı sardılar. Yaramı saran doktorda, işin farkına varmış, bana inanmayanlara: Sizin burnunuz koku almıyor mu? Şimdiye kadar böyle bir koku hissettiniz mi? Şu askerin kokusuna bir bakın mis gibi kokuyor’’. Dedi
Elhamdülillah iyileşip taburcu oldum. Çok geçmeden bizi terhis ettiler. Memleketim Ladik’e geldim.
İşte, Hocamın beni çölde yaralı iken kurtardığı sırada bana verip içirdiği hayat bahşeden aşk şerbetinden sonra içimde, Allah ve Rasulüne bir aşk başladı. Aşk ateşi günden güne beni yakmaya ve dağlara sürüklemeye başladı. Evde duramaz oldum. Derdimi de kimseye açamaz oldum.
Ne garip garip bakan Tîh’le Tûr’a
Ömründe kuş bile uçmadı bura
Seni Hakk’a yaklaştırdı bu yara
Yansa da ayrılmaz Hakk’tan Hüdâî
Aşk elinden içtim aşkın dolusun
Yalvar Ahmet sen Rabb’ının kulusun
Hak yolunda arzuhâlin bulunsun
Yâ Muhammed sen hidâyet gülüsün