Bu dönemi Ahmed Ağa şöyle anlatmıştır:
“Elhamdulillah iyileşip taburcu oldum. Çok sürmedi bizi terhis ettiler, artık memleketim olan Lâdik’e gelmiştim. İşte Hocamın bana çölde yaralı iken gelip kurtardığı sırada verip içirdiği, bana hayat bahşeden o sudan sonra bende bir aşk başladı. Aşk ateşi beni günden güne sinemi yakmaya ve beni dağlara, ıssız yerlere sürüklemeye başladı. Evde duramaz oldum, derdimi de kimseye anlatamıyordum. İşte böyle günler aylar geçiyor, hep gözlerim yolları gözlüyor, O’nu bekliyorum. Çünkü “Geleceğim.” demişti. Gönlümdeki yangın ateşi arttıkça, lisanım gönlümdeki feryadı dışarıya döküyordu. Tam on iki sene geçmişti aradan. Nihayet bir gün Elhamdülillah, Hocam teşrif edip göründüler, artık dünyalar benim oldu.
İşte o günden sonra, hemen hemen her gün uğrar, lüzum eden ders ve malumatı verirdi. Zaman geldi artık beni alır, kendisi ile beraber manevî toplantılara götürürdü. Kendisi gelmediği zaman manevî telefonla haberleşir, emredilen yere saatinden önce varırdım. Daima böyle saatinden önce vardığım için de üstadım beni çok sever memnun olurdu.”
Ahmet Ağa, zamanının çoğunu odasına gelen misafirlerine hizmet ederek geçirmiş, kimseye yük olmamış, almamış, hep vermiş, onları iyiliğe ve hayra davet etmiş, kimseyi ayırmadan herkese duâ etmiş, sohbetine katılan hiç kimseyi eli ve gönlü boş çevirmemiştir. Boş kaldığı zamanlarda dağlarda çobanlık yapmış, tarla ve bahçelerini ekip biçmekle meşgul olmuştur.